KARAMANOĞLU MEHMET BEY'İN HEYKELİ

TAKİP ET

Bundan önceki yazılarımda belirttiğim gibi Asya'daki Türk Saltanatlarını kuran Türkler. hükümet dili ola­rak halkın, ordunun ko­nuştuğu Türkçeyi değil, eski İran geleneklerine uyarak Farsçayı resmî lisan gibi kabul etmek sureti ile bağışlanmaz yanlış­lıkta bulunmuşlardır.

KARAMANOĞLU MEHMET BEY'İN HEYKELİ

Prof.Dr.F.Nafiz UZLUK

(Türk Yurdu Dergisi, Haziran-Temmuz 1961, Sayı.297, Sayfa 27)
 

KARAMANOĞLU MEHMET BEY’İN HEYKELİ

Bundan önceki yazılarımda belirttiğim gibi Asya’daki Türk Saltanatlarını kuran Türkler. hükümet dili ola­rak halkın, ordunun ko­nuştuğu Türkçeyi değil, eski İran geleneklerine uyarak Farsçayı resmî lisan gibi kabul etmek sureti ile bağışlanmaz yanlış­lıkta bulunmuşlardır.

Büyük Selçukluların emmi uşak­ları olan Anadolu Selçukluları dahi, bu yanlış izden yürüyorlardı.

Halk Farsçayı bilmediği için ka­sabalara, köylere gönderilen devlet buyrukları, oralardaki Fakı dediği­miz hocalar, mollalar tarafından Türk ahalisine önce Farsça oku­yor, sonra bunun Türkçe tercemesi yapılıyordu. Bu gün bile yahu şunun açık Türkçesi, hatta kaba Türkçesi nedir diye sormaklığımız, 1000 senedenberi gönüllerimizde birikmiş acı günlerin tatlı olmayan birer hatıra­sından başka bir şey değildir.

Oğuz boylarından Salur kabile­sinden olan Karaman aşireti, Toros dağlarına uç beyi olarak yerleştiril­miş, civardaki Hıristiyan beyliği ile savaşarak oraları emirleri altına al­mışlardı.

Öyle anlaşılıyor ki diğer uçlarda­ki aşiretlerden ziyade Karamanlılar, Devlet dilinin Farsça olmasını hiç iyi karşılamıyorlardı. 1261 yılında Karamanlıların başına geçen Mehmet Bey Anadolu’nun karışıklıklarından bilhassa Mısır Türk padişahı Baybars’ın Elbistan ovasında Moğol çerisini yenip birçok ulu beylerini öldür­dükten ve Kayseri’ye kadar geldik­ten sonra Mehmet beyle arkadaşları­na cesaret gelmişti. Geçen yazımız­da da anlattığımız gibi Türkmen boy­ları arasında dolaşan adının henüz ne olduğunu iyice bilmediğimiz fakat cimri gibi kötü bir lakap takılan genç bir dervişi, Mehmet Bey Selçuk­lu Şehzadesi olarak ortaya çıkardı. Konya’yı zaptettiler. Onu Selçuklu tahtına oturttular, Mehmet bey de buna vezir oldu.

Gerçi İbni Bibi bu olayları 676 yılında göstermekte ise de doğru de­ğildir. Çünkü Sahip Ata Fahreddin Ali (Selçukluların Başveziri olup Anadolu’da bıraktığı hayratlar dola­yısıyle kendisine ben Türklerin Rockofeller’i demektedir) ‘nin iki oğlu Mehmet Bey ile Akşehir yakınlarında­ki Değirmen Çayda döğüşürken şehit düştüler. Mevlâna’nın ortanca oğlu Mehmet Alâeddin Çelebinin zevcesi Gera Hatun Fahreddin Ali’nin kızı idi.

Hüseyin ve Hasan adlı bu İki de­ğerli Türk çocuğunun cenazelerini Konya’ya getirerek Larende kapısı denilen yerin dışarısındaki Fahreddin Ali’nin Türbesine -mumyalayarak- gömdüler.

Türk güzel sanatlarının pırlan­tası diyeceğim olağan üstü süslerle bezenmiş bu türbede yatan gençlerin sandukaları başındaki tarih 24 Zil­hicce 676’dır. Bu halde Mehmet Bey'in Farsçamı, yoksa Türkçemi olarak ünlettiğini henüz kesin olarak bileme­diğimiz fermanın tarihi 10 Zilhicce 675 olması gerekir ki, bu milâdî ta­rihle 13 Mayıs 1277 yılına rastlar.

Mehmet beyin heykelini yapmak fikri hepimizi sevindirir. Bu aynı zamanda politik olmayan işlerde bile Türk milletinin kendi benliğine bak­tığını gösterir ki bu, devrimlerin en büyüğüdür. Yalnız ortaya bir güçlük çıkmaktadır. Şöyle ki: Ünlü Amirali­miz Barbaros Hayrettin paşanın çağ­daşı Gemici Haydar yahut Niğâri de­nilen zat onun yüzünü görerek Topkapı sarayında bulunan portresini yapmış, üstüne de;

Gezenler görmediler mülki Rusi
Niğari, böyle yazdı Barbarosi

Burada yazmak resim etmek, tasvir etmek demektir. Bu resim eli­mizde olmasına rağmen Beşiktaş’ta dikilen Hayrettin paşanın heykeli buna benzemez.

XVIII. Yüzyılın ünlü ressamla­rından olup İstanbul’da uzun yıllar oturmuş, III. Ahmet Saltanatının Lâ­le devrini, Nevşehirli Başvezir İbra­him paşanın ülkemize yenilikler ge­tiren düşüncelerine iş halinde tanıklık etmiş Hollandalı Ressam Jean Baptist van Mour İbrahim paşanın bir­kaç tane resmini yaptığı halde bu gün Nevşehir’deki İbrahim paşa hey­keli bu resimlere benzememektedir.

Durum böyle olunca bu işte çok dikkatli olmak icabeder.

Altına ne yazılacaktır.

Gazetelerde benim 21 yıl evvel Farsçadan çevirerek yayınladığımız İbni Bibi Selçuknamesinin başında yazdığım;

Bu günden sonra divanda, dergahda, barigâhda, meydanda Türkçeden başka, dil kullanılmayacaktır”  ibaresi -Tabiî bizim bu hizmetimiz asla anılmadan - gazetelerde tekrar edilmektedir.

Yazıcızade Ali’nin II.Murat (1421 - 1451) zamanında İbni Bibi’nin büyük Selçuknamesini Türkçeye çevirdiğinde bu ibareyi şöyle terceme etmiştir.

“Şimdengerü bir kimesne kapıda, divanda, mecalisde, seyranda Türki dilinden özğe söz söylemesünler”

İbni Bibi tarihinde şöyle der :

“Hiç kes badel yevm der divan-u, dergâh-u, Barîgâh-u, Meclis-u mey­dan cüz be zebanı Törk-i suhan ne Goyed” S. 696

Benim fikrim şudur. En üstüne Yazıcızadenin bu güzel Türkçe tercemesini, onun altına talik yazı ile İbni Bibi'nin Farsça ibaresini, daha altına bu ibarenin Latin harfleriyle bir de­fa daha tekrarını, onun altına Kon­ya, 10 Zilhicce 675 Perşembe/13 Ma­yıs 1277 deyip kesmelidir.

Böylelikle Türk çocuğuna mem­leketine hizmet edenleri aradan 700 yıl geçmiş olmasına rağmen milleti­mizin iyilikleri unutmadığını, unutamayacağını anlatmaktadır.

Şimdilik heykelini yapmak güç bile olsa hiç olmazsa bir taş üstüne bunları kazıp dikmelidir.

Heykeli için dahi bir yarışma açmalı o devire ait Selçuklu hüküm­darlarının, vezirlerinin resimlerinden bir şeyler elde etmelidir.

Mehmet beyin hatırasını saygı İle analım.