Ahmet Mısırlıoğlu YAZDI KARAMAN'a Dair

TAKİP ET

Ahmet Mısırlıoğlu YAZDI KARAMAN'a Dair : Süleymanhacı Köyü Pınarbaşı Hüyüğü'nde yapılan kazılara göre 10.000 yıldan bu yana Canhasan Hüyüğü'ndeki kazılara göre M.Ö 6.000'lerde bir yerleşim merkezi olmuştur.

Ahmet Mısırlıoğlu YAZDI
KARAMAN’a Dair
Süleymanhacı Köyü Pınarbaşı Hüyüğü'nde yapılan kazılara göre 10.000 yıldan bu yana Canhasan Hüyüğü'ndeki kazılara göre M.Ö 6.000'lerde bir yerleşim merkezi olmuştur. Bazı tarihi belgelere göre ise, ilk yerleşmenin 4.500 yıl önce Karaman Kalesi ve Siyahser Mahallesi güney batısındaki Gâvur Hüyüğü çevresinde olduğu yönündedir. Şehrin kadim tarihine ait kalıntılar Karaman Müzesi salonlarında ve bahçesinde sergilenmektedir. Karamanoğulları Beyliği (1256-1487) Anadolu'nun ortasında iki buçuk asra yakın hüküm sürmüş, sikkeler (para) basmış, kalelerinde bayrağını dalgalandırmıştır. Beyliğin hitamında, varlığını önce Sancak Merkezi, sonra da sönük bir Kaza Merkezi olarak sürdürmüş, Cumhuriyet Dönemi'nde ise Konya'nın gölgesinde kalmıştır.

Fakat Karaman, bugün sıradan bir il olmakta yetinemez, yerinde sayamaz. Tarihinde olduğu gibi her alanda genişlemeye, nüfusa ve nüffiza ihtiyacı vardır. İnsanımızın köklü kültürü ve tecrübesiyle şehrini daha iyi noktalara götürebilecek gücü vardır. Karaman, tarihinden gelen yaradılış kodlarını gecikmeden hatırlamalıdır. Aslında kimileri hep alacaklı gibi yaşasa da, tek tek hepimizin doğduğu şehre borcu vardır. İnsan doğduğu şehrin çocuğudur. Dolgun göğüslerinden emerek büyür, gelişir.

Dinlenmiş pınarlarından kana kana içer. Bağrındaki farklı binlerce nebatatlarla doyar. Dağı, ovası ve ağacı ile donanır. Yalnız ve ancak onun sonsuz kucağında kendini emniyete hisseden İnsan dünyanın öbür ucuna da gitse, köyünün ekmeği burnunda tüter. Kulağı kasaba çeşmesinin şırıltısında, duyduğu sesler sokağının şen sesleridir. Teneffüs ettiği hava şehrinin havasıdır. Kalbi Karaman'da atar. Gurbette iken görüştüklerine şehrinin dağına, ovasına yağmur, kar yağdı mı diye sorar. Buralarda fena değil ama Karamanımızın hâli başka demeden duramaz. Her şey o şeyi sevmekle başlar. Bir şehir neden sevilir? Bir ses bir nefes, bir söz insana neler yaptırır neler. İlham bazen alır götürür in-sanı bir dağın başına bırakır, çöllere salar. Romanlar yazdırır, şiirler söyletir, kederden gebertir. İlham aldı mı başını isteyip istememek önemli değildir, yıkılmış Bağdat'a vali yapar. Bazen Babil'in Asma Bahçeleri'ne götürür. Tadından dalında duramayan kokulu meyveler sunar. İlham, yâni şehir insanı istediği yere götürmez, o, insanı kendi bildiği yere götürür. İşte bu helal sütlerle beslenen insanoğlu, bahşedilmiş nimetlere bakar bakar da şehrini sevmekten kendini alamaz. İlahi, insan dünyaya gelirken bu duyguyu onun mayasına koyar. Günü gelende bu duygu kendiliğinden ortaya çıkar. Hasılı: İnsanı doğduğu şehre müptela kılan sırlar vardır. İnsanın dertlisi olduğu gibi şehirlerin de dertlisi olur. Şehircilik eski yapıları, değerleri yok etmek şeklinde anlaşıldığından, adına imar dediğimiz düşman kolu (!) bir kere Gazipaşa Caddesi'ne girmeye görsün: Ne İhtiyarlar Kahvesi, ne fötr şapkalı Mehmet Gürle'nin bakkal dükkanı ne de Hamit Tartan'ın Yayla Bakkaliyesi kalır.

Bizi bir araya getiren Deli Bekir'in Ahırı (Kahvesi), veya Şehir Kulübü de yerle yeksan olmuştur. Yıkım başladı mı durmaz: Odun Pazarımız, Buğday Pazarımız, Sebze Pazarımız, Kasap Halimiz, Teyyare Meydanımız, Kırbağlar ve Şarözü üzüm bağlarımız aynı akıbete uğrar. Bir gün Lunaparkçılar, cambazlar, ayı oynatıcıları gelmez olurlar. Gece bekçilerinin, destancıların, sokak satıcılarının da imi timi duyulmaz olur. Ya insanlarımız: Sokağımızdaki Ermenekli Sıdıka Teyzelerimiz, Macır Fatma aba Teyzelerimiz, Kör Ahmetlerden Hikmet Hazer Abi, Sinan Selim Serçeşmeler bir kül gibi dağılırlar. Sokak arkadaşlarımız Çakılcı Şıhlardan Fatih Çakılcı'nın Hasan Ustalardan Naci Kuraloğlu Abimizin kendi elleri ile yaptıkları cevizden fırıldaklar, söğüt ağacından düdükler, gazete kağıdından uçurtmalar öksüz kalır.



Bulaşıcı hastalık şehrin bir ucundan girer, bir ucundan çıkar. Ve sonunda şehir ölmeye yatar. Seksenli yıllara kadar İsmet Paşa Caddesi'nde selam alıp vermekten yürüyemezdik. Ara sıra çarşının aşina yüzlerinden Remzi Tartan'ı, Yakup Varlı'yı, Mehmet Dölek'i, Büfeci Süreyya'yı, Boyacı Çarli'yi görmesek, Taş Belediye, Ziraat Bankası, Süleyman Bey Hamam'ı da yerinde olmasa, Karaman'da değil de yaban bir el de yaşıyormuşuz hissine kapılacağız. Bana bu şehirde yaşadığım hissettiren Muammer Baranlar, Elifler, İrebişler, Onbaşılar, Mehmet Eminler, Eşşekçi Orhanlar da çekip gitmişler. Neyleyim ben böyle delisi, velisi olmayan şehri. Gün oluyor, insan İsmet Paşa'da bile yalnızlık çekiyor. Suyun başında susuzluktan ölen şairle aynı sefil yalnızlığı paylaşıyoruz ve sığınacak vefalı bir liman arıyoruz. Bereket bu durumda şehir halden anlıyor, kapısına gelen biz fakirleri geri çevirmiyor.